Dijital dünyanın henüz bugünkü kadar karmaşık ve kalabalık olmadığı yıllarda, insanların duygularını kelimelere döktüğü, geceleri uykusuz bırakacak kadar heyecanlı sohbetlerin yapıldığı özel bir yer vardı: mIRC. Kimi için sadece bir yazılım, kimi için ise bir tutkunun, dostluğun, aşkın başlangıç noktasıydı. Ve evet, mIRC bir sevdadır… ama yalnızca sevmesini bilene.
mIRC, sadece sohbet etmek için değil, aynı zamanda iç dünyayı paylaşmak, anlaşılmak ve anlamak içindi. Geceleri nick değiştirenler, renkli yazılarla dikkat çekmeye çalışanlar, “/me” komutuyla duygularını ifade edenler… Hepsi aslında yalnızlığa bir ses, kalabalık içinde bir dost arıyordu.
Her kanal, farklı bir dünya gibiydi. Kimisinde müzik konuşulur, kimisinde aşk… Bazı odalarda suskunluk hâkimdi, bazılarında ise yazı yağmuru hiç durmazdı. Ancak tüm odalarda ortak olan bir şey vardı: samimiyet.
mIRC’i sadece bir yazılım sananlar, bu sevdayı anlayamaz. Onun kokusu yoktu ama anısı vardı. Klavye tuşlarının ritmiyle atardı kalpler. Kimi zaman bir “asl?” sorusuyla başlayan sohbetler, yıllara uzanan dostluklara, hatta evliliklere dönüşürdü. Ama bu duyguları taşıyabilmek, içten gelen bir anlayış isterdi.
Sevmesini bilen için mIRC, sadece yazmak değil, hissetmekti. Karşıdaki kişinin yüzünü görmeden ruhunu tanımaktı. Bir kelimenin ardında saklanan duyguyu yakalayabilmekti.
Bugünün sosyal medya platformlarında bir tıklamayla geçilen “dostluk” kavramı, o zamanlar bir gecede inşa edilmezdi. Her kelimenin değeri vardı. “Selam” yazmak bile bir emekti. İnsanlar yazarken düşünür, hissederdi. İşte bu yüzden mIRC, sadece bir program değil, bir ruh hâliydi.
Bugün mIRC belki sessiz, belki arka planda… Ancak bir zamanlar kalbinde o ışığı yakanlar için hâlâ çok özel. Bir nick, bir kanal ismi, bir saat… Hepsi birer hatıra artık. Çünkü mIRC bir sevdadır, ama hâlâ sevmesini bilene…
Bir yanıt yazın